Depremin yirminci gününü geride bırakıyoruz. Yaralar yavaş yavaş sarılıyor. Acılarımızı unutmak uzun yıllar alacak asrın felaketinde. Yirmi gün boyunca depremle yatıp depremle kalktık. Haber kanallarında hala deprem bilgileri paylaşılmaya devam ediliyor. Neredeyse üniversite öğrencisi gibi depremle ilgili bilgilere doyduk. Sadece bilgiye doymadık birçok şeye de tanıklık ettik. Herkesin gördüğünden, duyduğundan ziyade bende kendi gözlemlerimi paylaşacağım sizlerle.
Sorumsuzca hep birlikte kirlettiğimiz dünyaya da deprem bahanesiyle bazılarının masum rolüne oynadığı gözlerden kaçmayan en önemli tespitti. Bu konuda siyasilerin YERİNİ hiç kimse dolduramaz. Aslında ilk sırada televizyon ve haber kanallarının YER aldığını da unutmamak lazım. Zira gündemleri siyasilerle birlikte belirliyorlar. Ekran yüzlerini de sanırım bunlar belirliyor olmalılar ki düne kadar hep aynı kadrolu yorumculara YER veriyorlardı.
Bu deprem bize çok şey kattı, çok şey öğretti. Hani hep bilim bilim diye yaygara koparıp hep aynı yüzleri bilim adamı diye bize izlettiriyorlardı. Meğer ne cevherlerimiz varmış da haberimiz yokmuş. Valla ne yalan söyleyeyim özellikle jeoloji ve inşaat alanın da çok değerli bilim adamlarımızın olduğunu görünce çok mutlu oldum. Böyle bir fırsat kendilerine verilmedi mi yoksa kendileri mi ön planda YER almak istemediler bilemiyoruz ama bu kadar yer bilimci varken ekranlarda hep aynı yüzlerin YER alması bilime olan güveni de sarsıyor olduğu bir gerçek.
Mesela bendeniz hep Ahmet Ercan, Celal Şengör Naci Görür gibi isimlerin ön planda YER almalarının yer bilimci olmalarından ziyade siyasi kimliklerinin etken olduğunu düşünüyorum. Hele bir de Ersan Şen’imiz var ki evlere şenlik. Sanki ülke de ondan başka hukukçu yok. Hararetli konuşmaları iyi reyting yapıyor olabilir ama hukuka zerre katkısı yok. Tek amaç var ön planda YER almak. Belki kendisine göz önünde aktif bir yer verilmediği için yapıyor olabilir ama Naci Görür hoca atamaların hükümet tarafından yapılmasına itiraz ederek TUBA’daki görevinden istifa etti. Tübitak MAM başkanlığını da mı aynı gerekçeyle bıraktı kendisine sormak lazım.
Görür hocanın ilmine saygım sonsuzdur, verdiği bilimsel verilerde ilminin gereğidir. Ancak ne var ki kendisine verilen fırsatları değerlendirip ülkeye katkı sunmak varken siyasi ihtirasla bu görevleri elinin tersiyle ittikten sonra bu depremle de çıkıp ben söylediydim diyerek alttan alta iktidarı değiştirin mesajları ilminize gölge düşürdüğünü hatırlatmak isterim. Dini inançlı biri olarak nasıl ki dindeki yanlışları ve bu işlerle uğraşan ilim adamlarını eleştiriyorsam bilim adamlarını da eleştiririm bir vatandaş olarak. İnsanların acıları üzerinden yapılmasını da şiddetle eleştiririm. Bakın sizinle aynı meslekten olan onlarca bilim adamımız varmış, onlarla belki de aynı şeyleri söylüyorsunuz ama biz bunlara daha çok güven duyduk. Bilmem anlatabildim mi?
Gelelim Mustafa İslamoğlu hocaya. Kendisinin kitaplarını beğeniyle okuyup on beş günde bir youtube kanalından da Siretül Kur’an derslerini takip ederek derin bilgisinden istifade etmeye çalışıyorum. Fakat son zamanlardaki sert üslubu ve kullandığı dil insanları ürkütmekten başka bir işe yaramıyor. Toplumsal tabirle siz din adamısınız siyaset adamı değil. İlminize itibar edilip sözünüz dinlenirken Ersan Şen hocayla at başı gitmenize gerek yok. Yüzyılların birikimi olan din anlayışındaki sorunları bu iktidara yükleyerek çözemezsiniz. Allah Resulü bile birçok meseleyi çözememiş biz faniler mi çözeceğiz? Siz Kur’an’ı anlatın bizde ilminizden istifade edelim. Belki yarınlar için umut olur.
Yeri gelmişken Muharrem İnce’nin de söylemine cevap verip geçelim. İktidara geldiğimiz de tarikatları kapatacağız diyor. Atatürk bile tekke ve zaviyeleri kapatmak için kanun çıkarmış, önde gelenlerine ağır cezalar verilmiş ama onlar varlıklarını hala sürdürüyorlar. Buradan kesinlikle iktidarı veya tarikatları savunduğum anlamı çıkarılmasın. Ben ülke gerçeğini dile getiriyorum, çözüm yollarının yanlış olduğunu söylüyorum. Siyasi hamasetle, yasakçı zihniyetle yıllardır çözülememiş sorunların aynı yöntemle çözülemeyeceğini söylüyorum. Bugün iktidarda aynı kafayla meal yasaklama yoluna gidiyor ama hiçbir sorunu çözmüyor bu yasakçılık.
Bakın sayın İnce, bu tarikatlar cemaatler çeşitli dernek adı altında yasal yollarla deprem bölgesinde depremzedelere yardım faaliyetlerinde bulunup zor zamanlarda yanınızdayız mesajı verdiler, siz ne yaptınız? Muhalefet partileri de bolca arzı endam eyledi deprem bölgesinde lakin insanların acıları üzerinden siyasete soyununca hiç itibar görmediler. Bilmem anlatabildim mi?
Sahi ya ben bu yazı da daha çok komplo teorileri ve Haarptan bahsedecektim! İnternette konuyla ilgili birçok haber ve makale okudum. Bu konuda ne iktidar ne de muhalefetin hiçbir açıklamada bulunmaması kafalardaki soru işaretlerini de artırdı. Öyle ya! Asrın felaketi olduğuna dünyanın hiçbir yerinden itiraz yok ama nasıl olduğuna dair de doyurucu bir açıklama yok. Zira çok kısa aralıklarla peş peşe iki deprem dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş. Yaklaşık on gün sonra da yine aynı şekilde peş peşe iki yıkıcı depremin Hatay da olması gerçekten düşündürücü. Artçıları ve bölgeye yakın illerimizde olan depremleri saymıyoruz daha. Şekilleşmede ve şehirleşme de YER TESİPİTİ önemli.
Konuyla ilgili daha detay yazacağım ama bir iki hususu burada anmadan geçemeyeceğim. Depremden yaklaşık on gün kadar önce batılı altı ülke İstanbul konsolosluklarını güvenlik gerekçesiyle kapatırken elindeki somut bilgileri (varsa) neden iktidarla paylaşmayıp ofislerini kapatma kararı aldılar? Depremin ilk gününden itibaren devlet yok, nerede devlet diyenlerin konsolosluk kapatma kararıyla bir bağlantıları var mı? Allah nasip ederse inşallah bir dahi ki yazıya.
Hadi kalın sağlıcakla, selam ve dua ile…
