G-GBGQR9HF6V
8648,41%-0,18
34,35% 0,02
37,46% 0,20
3028,83% 0,21
4980,42% -0,18
İstanbul'da yaşayan matbaacı Nidayi Sevim, kızının eğitimi için taşındığı Eyüpsultan'da işe gidip gelirken gördüğü tarihi mezar taşlarından etkilenerek, Arapça ve Osmanlı Türkçesi öğrenerek, konuyla ilgili kitaplar yazdı.
Ortaokul mezunu 54 yaşındaki Nidayi Sevim, mezar taşlarına ilgisi dolayısıyla kendisini bu konuda geliştirmeye başladı. Dışarıdan lise ve üniversiteyi bitiren, mezar taşlarındaki yazıları okumak için Arapça ile Osmanlı Türkçesi öğrenen Sevim, bu süreçte "Medeniyetimizin sessiz tanıkları"... isimli kitap başta olmak üzere 10 kitap yazdı, konferanslar verdi ve kültür gezileri düzenledi.
Kasımpaşa, Merkezefendi, Kozlu ve Ahlat gibi tarihi mezarlıklar başta olmak üzere Türkiye'deki birçok mezarlıktaki taşları inceleyen Sevim, insanların tarihi mezar taşları konusunda bilinçlenmesine katkıda bulunmaya çalışıyor.
Sevim, tarihi mezar taşlarının her birinin sanat şaheseri olduğunu, ihtişamıyla kendisini büyülediğini söyledi.
Osmanlı mezar taşlarının uyum içerisinde çalışılan eserler olduğunu ifade eden Sevim, bu eserlerin bugüne kadar varlığını devam ettirdiğini belirtti.
Sevim, mezar taşlarındaki sanatı keşfetmekle beraber gereken değeri görmediğini de fark ettiğini dile getirerek, "Mezarlıklar defineciler tarafından delik deşik edilmiş. Yeni mezar yeri açmak için mezarlık simsarları tarafından bunlar, peşkeş çekilmiş. Restorasyon olması gereken yerde, bürokrasinin hantallığından dolayı netice alamıyoruz ve süreç içerisinde kabir taşlarının her birisi birer, ikişer kayboluyor. Son zamanlarda bunların yurt dışına götürülüp satıldığı bile rivayetler arasında bulunuyor." diye konuştu.
"Dedemin mezar taşına niye sahip çıkmayayım?"
Beyoğlu'nun, Türkiye'nin batıya dönük bir yüzü olduğunu ifade eden Sevim, taşındığı Eyüpsultan'ın ise tam medeniyetin merkezi ve Türkiye'nin manevi kalbi olduğunu anlattı.
Sevim, "(Ben dedemin mezar taşına niye sahip çıkmayayım, bunlardan niye insanların haberi olmasın?) duyarlılığı ve hassasiyetiyle tarihi taşları gündemime aldım. Ben kısa süreli araştırmalarımın sonucunda ne büyük bir medeniyetin, ne büyük bir zenginliğin içerisinde olduğumuzu zaten anladım. İstedim ki buradaki bu zenginlikten, bu bereketten, bu birikimden insanlarımız da faydalansın." değerlendirmesini yaptı.
Bitlis'in Ahlat ilçesinde Selçuklu Meydan Mezarlığı'nı ziyaret ettiğini, buradaki taşları da inceleme fırsatı bulduğunu anlatan Sevim, Türklerin, Müslüman olduktan sonra İslam'a uymayan adetle örflerini değiştirdiğini, bazılarını ise İslamlaştırdığını söyledi.
Sevim, bu bağlamda mezar taşlarının, İslamlaştırdığı adetlerinden birisi olduğunu ve çeşitli değişimler geçirerek, günümüze kadar geldiğini dile getirdi.
Ahlat'taki kabristanda, 13. yüzyıldan 16. yüzyılın sonuna kadarki dikitlerin, 3-4 metre uzunluğunda çok zarif ve yüksek sanat eseri mihrap tarzı mezar taşlarının görüldüğünü kaydetti.
Selçuklu mezar taşlarında başlık olmadığını aktaran Sevim, Bursa Muradiye Külliyesi çevresinde Osmanlı mezarlığında, camilerin mihraplarına benzetilen eski namazgahların kıble taşlarının da böyle olduğunu, bunların içerisinde ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve bazı biyografilerin yer aldığını belirtti.
Sevim, İstanbul'un fethinden sonra 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başından itibaren artık mezar taşlarında başlık görüldüğünü anlatarak, "Sokullu Türbesi çevresinde burma sarıklı kavuğun pek çok örneğini görürüz. Bunu paşalar, Anadolu muhasebecileri gibi devletin üst düzey bürokratları kullanmış. Daha sonraki dönemlerde 18. yüzyılda, bütün devlet erkanının, ilim adamlarının, esnafın, zanaatkarın hatta tasavvuf ekollerinin başlıklarını birbirinden ayırt etmek mümkün. Çünkü her birimin başlığı kendine has, herkes istediği başlığı takamıyor. Dolayısıyla bunların mezar taşlarını da görebiliyoruz. Harf inkılabından sonra bu tarz mezar taşları son buldu." diye konuştu.
"Süleymaniye ve Fatih camilerinin etrafındaki kabristanlar sizi hiç rahatsız etmez"
Mezar taşlarının, dönemin mimari unsurunu yansıttığına dikkati çeken Sevim, şunları kaydetti:
"Mezar taşları, mimari unsurun tamamlayıcı bir yönüdür, paralellik arz eder. Süleymaniye ve Fatih camilerinin etrafında kabristanlar sizi hiç rahatsız etmez, bir bütünlük vardır, bir zenginlik vardır ama modern kabristanlara baktığınız zaman tıpkı mimarimiz gibi, kibrit kutusu gibi, ruhsuz, renksiz, şekilsiz, basmakalıp, donuk bir yapılaşma. Bunu aynı şekilde mezar taşlarında da görüyorsunuz. Bunu hem mimari unsur olarak görüyorsunuz hem de edebi olarak görüyorsunuz. Tarihi mezar taşlarında bu kadar zenginliği görüyoruz, dönüp günümüzdeki mezar taşlarına bakıyoruz, doğum, ölüm, isim, soy isim bu kadar. Bu kadar yavan olmamamız lazım, ecdadın bu birikiminden nasipdar olmak lazım."
Matbaacı olmasına rağmen mezar taşlarıyla ilgili çalışmalar yapmasıyla ilgili Sevim, "Siz matbaacı olabilirsiniz, terzi olabilirsiniz, mühendis olabilirsiniz ama aynı zamanda çok iyi bir musiki icra edebilirsiniz, çok iyi bir hattat olabilirsiniz. Bizimkini de aslında buradan kabul etmek lazım. Mezar taşları çok farklı değil ama bizde unutulmuş bir şey. Yaptığın işin haricinde başka bir işle daha uğraşmak tabii ki biraz zordu. Hem harf inkılabından sonra dil sorunumuz var, okumak istesen okuyamıyorsun ve her ne kadar sanat şaheseri olsalar bile sonuçta bir ölümün soğukluğu vardır. Böyle bir yönü de var ama zor da olsa belli bir süreç sonunda ilk bu yola çıktığım zaman 'Acaba sesimi kim duyar?' diye kendi kendime sormadım değil ama süreç içerisinde gördüm ki yıllar sonra evet mesafe alınıyor. Tahmin ettiğimin ötesinde gelişmeler aldım, mesela kimseye faydam olmasa bile kendime faydam oldu." ifadelerini kullandı.
Mezar taşlarıyla ilk ilgilendiği dönemde çevresinin kendisine tepki gösterdiğini aktaran Sevim, onları kınamadığını, asla hor da görmediğini söyledi.
Bu insanlara asla kızmadığını dile getiren Sevim, "Hatta bazıları, yakın çevremden, biraz kaba olacak ama 'kafayı yediğimi' bile söyleyenler oldu. Çünkü mezarlıklardan dışarı çıkmıyordum. 'Mezarlıklarda ne buluyor?' gibi sözler söylüyorlardı ama geldiğimiz noktada bunların hepsi değişti." dedi.
İlk kitabının ismini bilerek seçtiğini ifade eden Nidayi Sevim, "İlk kitabıma 'Medeniyetimizin Sessiz Tanıkları' ismini verdim. Mezarlıklara karşı, ecdada karşı duyarsızlığın bir sitemi olarak ben bunu böyle uygun gördüm. Geldiğimiz noktada biraz fikrim değişti. Evet, mezar taşları sessiz tanıklarımızdır ama bir yönüyle de bunlar bizimle konuşuyor. Çünkü bunların üzerindeki farklı başlıklar, metinler, metinlerin içerisinde ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler, veciz ifadeler, manzumeler bizimle konuşuyor." şeklinde konuştu.AA