Kıymetli arkadaşlar, bugün de geçmişle günümüzü harmanlayan bir yazı kaleme alacağız inşallah. Osmanlı devletinin son dönemlerinde Jöntürklerin elleriyle bizi biz yapan değerlerimize karşı başlatılan saldırı, Osmanlının yıkılışından sonra ise rejim değişikliği ile birlikte bizi biz yapan bu değerleri yok etme ve bütün hücrelerine varıncaya kadar ortadan kaldırma girişimi had safhaya ulaştı. Belirli dönemlerde rahatlama olsa da o zamanki haliyle sinemanın ilçelere, kasabalara varıncaya kadar geniş kitlelere ulaşacak şekilde hayatımıza girmesinden itibaren dehşet bir şekilde ahlakdışı filmler toplumun bütün katmanlarına izletilmeye çalışıldı. Öyle ki o dönemi takip eden süreçte bir müslümanın başını kaldırıp sinema afişine bakmasının bile ahlakdışı olduğu ifade edilmektedir. Gerek pornografinin meşru bir film gibi insanlara sunulmaya çalışıldığı ve gerekse bu ahlaksız furyanın ortadan kalkmaya başladığı dönemde bu sefer komedi filmi altında değerlerimize saldırılmaya başlandı. Günümüzde bile hala ne yazık ki câhilane biş şekilde güldüğümüz Yeşilçam tandanslı Kemal Sunal, İlyas Salman vb. karakterlerin filmlerlerinde ne kadar kutsal değer ve isim varsa hepsine saldırdılar. Sahtekar ve düzenbaz imam karakterleri ile İslami kimlikliklere yaptıkları karalamalar da cabası. Oysa millet kendinin ulvi değerlerine küfreden ve inançlarıyla alay edilen bu filmlere hala gülüyor! Vurun kahpeye filmini bir kenara koyun, insanı din eğitiminden ve dini kimlikten soğutan Falaka hikayesi ise hala temel eserler arasında. Oysa İslami eğitimde dayak yoktu ve siz hangi Selçuklu medresesinde, hangi Osmanlı arşivinde dayak kavramına rastladınız? Oysa bizim medreselerimize dayağı Yahudiler soktu. Bu vakaların İngilizlerin İslam dinini yozlaştırma çalışmalarının had safhaya çıktığı 20. yüzyıla denk gelmesi bile meseleyi anlamak için kâfidir. Kahkahalarla gülünen Hababam Sınıfı ise eğitimin ve öğrencilik kavramının içine atılmış bir bombadan farksızdır.
Geçmişinde yüzlerce yıl dünyaya nizam verip adalet dağıtan bu necip milleti Avrupalılara benzetmek için Batı’dan damızlık erkek getirmeyi teklif edecek kadar aşağılaşan Abdullah Cevdet’in bu temennisi gerçekleşmedi; Fakat elin Fransızı Abdullah Cevdet’den hızlı çıkıp vazifeniz Türk erkeklerinin ahlak ve aile yapısını bozmaktır diyerek kendilerince kutsal vazife vererek Paris’ten trenlerle İstanbul’a yolladıkları hastalıklı kadınlarla, bizim daha sonra Fransadan geldiğini ifade anlamında Frengi diye isimlendirdireceğimiz hastalığı aklı cihad ve cihanşumüllük şuurunu kaybetmiş olanlara bulaştırmaya muvaffak oldular!
Tabi konu detaylanır ama günümüze geldiğimizde de yazık ki değerlerdeki bozulmanın hala devam ettiğini görmek insanın içini acıtıyor. Tv dizilerine hiç girmeyeyim isterseniz ama bir okul müdürünün, okulda arkadaşıyla kavga ederken yüzü yaralanan kız öğrencinin tv dizisinde yetimhanedeki kızları canlandıran filme özenerek, polise ailesinin kendisine şiddet uyguladığını söyleyip yetimhaneye yerleşmek istediğini anlatması hala bir anektod olarak vaziyeti anlatmak için yeterlidir. Diğerlerine girmiyorum bile. Ve biz ne yaparsak yapalım hangi yatırımı yaparsak yapalım eğer gelecek nesilerinizi değerlerinize ve fikriyatınıza uygun yetiştiremezseniz ve bunu toplumun bütün katmanlarına yayamazsanız o hayal ettiğimiz yeni medeniyeti kuramayız.
Evet bütün bu dejenere faaliyetleri dış tandasnlı truva atlarının yani artniyetli yapılanmaların ürünü; Fakat örneğin biz okullarımızda başörtüsü prolemini hallettik halletmesine çok şükür de geçmişte okul önlerinde başörütüsü zulmüne maruz kalan tesettürlü kardeşlerimizin örtülerinin benzerini görememek durumu trajik bir hale koymuyor mu sizce de. Tesettür markası diye ortaya çıkan yapılanmalar tesettürü bir moda akımı haline dönüştürüp onu da mahvettiler. Üstelik bunlardan biri ulvi bir ifade olan ve Allah lafzı ile beraber kullanılan bir sıfatı elbiselerine marka yapmak suretiyle tekbir kelimesini sulandırmış olmadı mı? Bizim hiç mi değerimiz olmayacak, Tarihten bize miras kalan eserlerin bir çoğunun nasıl hoyratça ve amacının dışında kullanılıp, hatta büfeye dönüştürülüp beşyüzyıllık tarihi eserlerin pencere önlerine kola şişelerinin konulduğunu görmek şöyle dursun, Osmanlı döneminde İslam fikriyat ve ahlakının halkın terbiye ve tekamülüne etkisi olan tarikat isimlerinin bugün bol selfili restaurantlara verildiğini ve tekke gibi asırlara sığmayacak bir medeniyeti inşa etmekteki manevi etkisi çok yüksek olan bir adın, yine bir lokanta ismi olarak kullanıldığına şahit olmak insanın içini sızlatan bir cehalet değil de nedir. Ticaret bakanlığı mı, Kütür bakanlığı mı yoksa Din işlerine bakan bakanlık ya da Diyanet işleri başkanlığı mı yapacak; Temennim islamın kutsal Tekbir kavramının artık bir elbise markası olarak kullanılmasını engelleyecek bir dönüşüm sağlanması ve bizim dini değerlerimizi lokanta, kafe ismi yapmayı engelleyen bir çalışma yada en azından bu isim teklifleri ile gelen o yatırımcıya hayır diyecek bir uygulama ve şuurun gelişmesi.
Bazen laik olduğunu iddia edenleri, bazen de bu bu milletten biri gibi gözüküp Vatikan ve İngiliz-Amerikan emellerine hizmet eden feto yapılanması ile bütün değerlerimizi, ulvi kavramlarımızı kirlettiler; İslama ve Türklüğe ait tüm kavramları, hizmeti, himmeti, hocayı, hacıyı, efendiyi, geçmişte kurdukları kumpaslarına bilerek Türklüğün sembol isimlerinden olan Ergenokon gibi bir destanı; Ama her şeyi kirletmeye, değersizleştirmeye çalıştılar. Şimdi de son dönemde insanımızın kalplerinde esen Osmanlı özleminin köklerinden gelen Kayı duygusunu, iki ok ve bir yaydan oluşan ve iyi ifadesine benzeyen o elimizde, parmağımızda, göğsümüzde, bayrağımızda, flamamızda taşıdığımız İYİ sembolünü de kulanmayalım diye veya bunu bir parti amblemi yaparak sahiplenmeye çalışmak suretiyle kalbi ecdat sevgisi ile atan, milli, manevi duyguları ön planda olan insanımızı bu kavramdan uzaklaştırmak ve bunu lehlerine devşirmek peşindeler. Ama biz, bunlar bu değerleri kirletiyor diye İYİ sembolünden vazgeçmeyeceğiz ve yine evimizin penceresine Kayı bayrağı asacağız yine her şey iyi olacak diyeceğiz ve sadece onların kısaltmasını kullanacağız; Fakat artık bize tarihimizden ve maneviyatımızdan miras kalmış olan değerlerimize sahip çıkacak ve her önüne gelene her isteyene değerlerimizin isim yapılmasına müsaade etmeyecek bir devlet kültürü hassasiyeti istiyorum.