Kısaca Batı diye tanımladığımız Avrupa ve Amerika’da İslamofobik yaklaşımlar artık had safhaya ulaşmış durumda. Bu ahval siyasetçisinden sokaktaki marjinal halka kadar öyle.
Komünizmin çöktüğü ve Rusya’nın dağıldığı dönemde, dönemin siyasetçilerinden olan Süleyman Demirel “Bu hiç iyi olmadı” Dediği söylenir. Çevresinde şaşıranların ise “Neden endişe ediyorsunuz, yıllardır hepimiz Komünizm tehlikesinden korkmuyor muyduk, çökmesi neden kötü olsun?” Diye sorduklarında, şu cevabı vermişti “Ben Komünizmin çökmesinden korkmuyorum, ancak Batı düşmansız yaşayamaz, nerede ise bir asra yakındır Komünizm tehlikesi ve Rus yayılmacılığına karşı tedbirler alan ve onunla mücadele etmek için bizimle ittifak etmek zorunda olan Batı, Sovyetlerin çökmesi ile en büyük düşmanı ortadan kalkmış oldu. Şimdi ise yeni düşman olarak tekrar bizi hedefe koyacaktır.” Öngörüsünü ileri sürdüğü anlatılır.
Demirel böyle bir tespit yapmış mı bilmiyorum fakat durum tam da öyle de oldu!
Kırk yıla yakındır nerede ise işgal edilmedik Müslüman ülke bırakmadılar. Ülkemizle ise zaten uğraşıp durmaktalar. Ellerinden gelse bir kaşık suda boğmak istediklerini hepimiz ayan beyan görmekteyiz.
Ancak İki binli yıllardan önceki süreçte Batı için bir başka sosyolojik durum daha baş göstermekteydi. Okuyan gelişen Batı nesli Hristiyanlıktan uzaklaşıyor, Kiliselere uğramaz bir duruma dönüşüyordu. Bunun yanında ise özellikle Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde yer edinmeye başlayan Müslümanlar genelde örnek kişilikler olarak gözükmekte, açılan camiler, ibadethaneler ise Avrupalı halkın oldukça dikkatini çekmekteydi.
Müslümanlar, dolayısı ile inandıkları İslam dini, sempati toplayan bir durumdaydı ve öyle ki Batı’da kültürlü kesimden İslam giriş hızla artıyordu. O günleri hatırlayanlar bilir, zaman zaman boş kalmış, müdavimi olmayan kilise binalarının dahi İslam vakıflarına verilmek suretiyle Müslümanlar tarafından kullanımı Avrupalı yerel yönetimden tarafından teşvik ediliyordu. Bizlerin doksanlı yıllarda zaman zaman duyduğumuz bir söz vardı “Yakında Batılı bir ülke toplu halde İslam’ı kabul edebilir” Bu belki hüsnü niyet, iyi bir bakıştı ancak Batı halklarının İslam dinine olumlu yaklaşımı umut vadediyordu.
Buna karşın arka planda Batıyı idare eden derin güçlerin bu durum hoşuna gitmiyor ve İslamofobi hortlatılmaya çalışılıyordu; Ancak sebepsiz yere ihdas edilen bu yaklaşımın o dönemlerde Avrupalı halk arasında aşırı uçlar hariç pek rağbet görmediği de ayrı bir gerçekti.
Ancak İki binli yıllara girerken bir anda bir şey oldu. Amerika’daki İkiz Kuleler olayı meydana geldi ve derin planların gerçekleştirdiği bu faaliyet, bir anda suçluyu ihdas etti! Başta Amerika olmak üzere, parmağı ile mukaddes İslam dinini işaret ederek o güne kadar genel anlamda sempati ile bakılan Müslümanlar, bir anda potansiyel suçlu ve terörist ilan ettiler.
Batı’da İslam’ın yayılma hız bir anda durdu. Öyle ki birçoğumuz hatırlar, yeni Müslüman olmuş binlerce insan Hristiyanlığa geri döndü.
Batıda yükselen İslam güneşine, birden bire tehlikeli addedilen bir karanlık esvabı giydirildi.
Hatta bunu insanların zihinlerinde pekiştirmek için zaman zaman kendi kendilerine terör saldırıları filan düzenlediler!
Yüzlerce yıldır devam ettiği misyonerlik faaliyetleri ile toplumları İslam’dan uzaklaştırmaya çalışan Batı, artık kendi insanını Hristiyanlıkta tutabilmek için, İslam’ı ve Müslümanları tabir yerinde ise tukaka gösterme yolunu seçmişti.
Yani sınıfın iyi ve sempatik adamı olan Müslümanlar, bir anda aynı ortamda kendini savunmak sorunda kalan, pasif duruma dönüştürülen, kötü olmadığını ispatlamak zorunda kalan, zanlı konumuna sokuldu.
Dahası, 11 Eylül 2000 yılındaki İkiz kuleler olayı, rüzgarı İslam’ın aleyhine döndürebilmek için Batı’nın kendine bile bile sıktığı bir kurşun oldu.
Artık Batı’da adı terörize kavramlarla anılan ve her olumsuz olayın tam ortasına konulan İslam ve bu minvalde ötelenen Müslümanlıkla beraber, Müslümanlar artık kendini savunmak zorunda olan ve hatta iyi insan olduğunu kanıtlamak zorunda kalan bireyler durumuna dönüştü.
Hulasa İki binli yıllardan önce, çikolata vererek kiliseye getirilmeye çalışılan Avrupalı çocuklar, İkiz Kuleler olayı ile gelişen süreç ile beraber kilise müdavimi yapılmaya çalışıldılar.
Ancak işin ağır tarafı ise bir kısım siyasi organizasyonlarca empoze edilegelen İslamofobi ile birlikte de İslam düşmanı yapılmaya çalışıldılar.
Yani Batılı devletler, Avrupa halklarını, İslam dinine terörize bir imaj oluşturarak, kendi yanında tutmaya çalışmakta.
Bu pencereden bakıldığında 11 Eylül olayları bir milattır.
Bir taşla, bir değil, bir sürü kuş vurdular. Sonuçta mesele sadece İslam’ı ötelemekle kalmadı, Müslüman ülkelerindeki halkları Hristiyanlaştırmak için misyonerlik faaliyetlerine ara vermeden devam eden Batı, kendi toplumunun Müslüman olmasını engellemek, bunun yanında Müslümanları da bu psikoloji ile baskı altına almaya çalıştı.
En önemli taş ile ise, kendi oluşturdukları ve adını İslami terör koydukları bir yalanın şemsiyesi altında, Müslüman devletleri işgal ettiler ve doğal kaynaklarına da çöktüler.
İşte yıllarca hortlatılmaya çalışılan İslamofobi, 11 Eylül ve akabinde ortaya çıkan faaliyetlerle birlikte artık bireysel hareketler boyutunu aşmış, Fransa, Avusturya, Hollanda öneklerinde gördüğümüz gibi kitlesel ve siyasal hareketlere de dönüşmüştür.
İşin bir başka boyutu ise, Avrupa’nın göbeğinde bulunan bu ülkelerle beraber, en sakin denilen Norveç, İsveç gibi ülkelerde bile Müslümanların ibadethaneleri olan Cami ve Mescitlerine, Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in manevi şahsiyetine her gün onlarca, yerine göre mübalağasız yüzlerce saldırı yapılmakta.
Ancak net olarak Fransa örneğinde gördüğümüz gibi bu devletlerin yetkilileri bu hakaret ve saldırıları engellemeleri bir tarafa, bu saldırılara, İslam düşmanlığını teşvik etmekte, buna çanak tutmakta ya da yine bazı Batılı ülkelerde olduğu gibi en azından görmezden gelmekteler.
Oysa hangi Müslüman ülkede Hristiyanların ya da bir başka inanç mensubunun ibadethanesine her hangi bir saldırı yapılmıştır? Bir kaç istisna kurgu ve oyunu saymazsak, hiçbir yerde.
Böyle bir şey olsa, zaten buna en başta Müslümanlar izin vermez, İslam dini izin vermez.
Çünkü inanmak, Müslüman olmak, kişinin iradesine bağlı gelişen bir meseledir.
İslam inancına göre, insanların inanç ve ibadet özgürlüğüne kimse karışamaz.
Başka bir inancın ibadetine ve ibadethanesine karışılmaz ve kişi inancından dolayı ötekileştirilmez.
Velev ki olduğunu varsaysak bile, bugün fütursuz bir düşmanlıkla halkını İslam’ın ve Müslümanların üzerine kışkırtmaya çalışan Avrupalı devletlerin yöneticilerinin haliyle tepkileri ne olurdu.
Peki ya düşman edinilen, hedef gösterilen, saldırılan İslam olunca, Müslümanlar olunca, neden bu Avrupalı devletlerin yöneticileri, İnsan hakları dernekleri vs. sus puslar?
Neden sesleri çıkmıyor?
Yahu düşünsenize, Fransa ve Hollanda’da iyice açığa döküldüğü gibi Avrupa’da artık bazı siyasiler, İslam ve Müslüman düşmanlığı ile oy devşirme peşine düşmüşler?
Batıyı idare eden güçler ve o devletlerin yöneticileri, İslam düşmanlığı ile kendilerini ayakta tutmaya çalışmaktalar; Ancak bu onları ayakta tutmayıp, aksine çöküşe götürecektir.
Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz, gün olur Avrupa halkları da uyanır.