Amerika’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesiyle birlikte yeni bir gündeme geçildi. Zaten Trump’un göreve gelmeden önce bunu deklere ettiği açıklamaları vardı ve göreve gelir gelmez de önce İsrail’i ziyaret etmesi Amerika’yı yöneten aklın İsrail’e ne kadar önem verdiğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Zaten Trump’un seçilmesi de tesadüf filan olmadığı gibi, kendisi de son onbeş yıldır Amerikan başkanlığına hazırlanıyordu. Dünyaya yansıyan türlü görsel dalavereler ise Trump’a uluslarası alanda farklı bir imaj katma masalından başka bir şey değildi. Yani Hillary ve Trump iki ucu pis değnekti ve Trump’da o pis değneğin sadece diğer tarafıdır.
Trump’un göreve geldikten sonra ikinci ziyareti ne talihtir ki Müslüman bir devlet olarak bilinen ve içerisinde Mekke ve Medine gibi dünyanın en kutsal iki beldesini bulunduran ve onbeş temmuza bulaştıktığı ortaya çıktıktan sonra yavaş yavaş ilişkilerimizin nötr döneme geçiş yaptığı Suud’du. Ve kürenin diğer tarafındaki el tabiki yine dünden hazırladıkları gönüllü köleleri darbeci Sisi’ydi. Ülkemizi karıştıramamanın, önlerindeki en büyük engel olan Tayyip Erdoğanı devirememenin de verdiği hırsla Katar ve Pakistan gibi yanımızda olabilecek, güç birliği yapabileceğimiz, omuz omuza olabileceğiz devletlerde de ya yine darbe ve tehdit ya da dost eliyle boykot uygulama taktikleriyle kıskaca almaya çalıştılar. Böylece emellerinin ve büyük İsrail projesinin önünde durabilecek ne kadar güç varsa hepsini ekarte etmeye çalıştılar. Yetmedi bizim için çirkin bir adam olmaktan öteye gitmeyen Suud müftüsüne de İsrail ile savaşmanın caiz olmadığı fetvasını verdirdiler. Hatta öyle ki çakma müftü İngiliz kurması ve Amerikan kuklası olan ülkesinin Abd ile beraber dünyayı yönettiğini bile söyleme rüyasına bile kapıldı. Yani fizibil olarak İsrail rahatlatılmış, Ortadoğu’da daha rahat at oynatabilecek pozisyona getirilimişti. Benim geçmişteki tezlerimden biri de yakında İsrail’in çevresindeki Lübnan ve Ürdün gibi devletleri aşarak Suriye coğrafyası üzerine ulaşmasıydı ki; şu an bu kontrolsüz coğrafyada bunun altyapıları da hazırlanmış durumdadır ve koridor meselesinin de en son ayağı budur.
Bugünse Müslümanlar için kutsal sayılan Kudüs, dünyanın en büyük teröristi olan Abd’nin, Kudüs’ü İsrail’inbaşkenti olarak tanımasıyla, Kudüs Yahudiler tarafından artık fiilen de işgal edilmiştir. Buna tepkinin öyle kınamalarla filan kalacağını ve bir buçuk milyarlık İslam aleminin, Allah’ım yedi milyonluk İsraili kahret filan demekten öteye gitmeyeceğini ve yine o toprakların gerçek sahibi ve mirasçısı olan Türkiye’den başka ciddi tepkiyi kimsenin veremeyeceği aşikardır. Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Almanların ve Rusların gazına gelerek Osmanlı’yı deviren içerdeki bir kısım mihraklar, etnik unsurlar daha sonra bu ihanetin bedelini ağır ödedikleri gibi, dün bu üç kuruş menfaat vaadiyle ihanet edenlerin torunları da bugün büyük acılar çekmektedir. Elbet Kudüs alınana kadar gülmeyi kendine haram kılacak bir Selahattin çıkacak, Mescidi Aksa işgal altındayken Cuma namazı kılmak caiz değildir diyen bir Sütçü İmam çıkacaktır. Zaten kurtuluş da çalışmakla beraber bu iman ve cesarete bağlıdır. Hz. Ömer r.a’ın Miracın yer yüzündeki ikinci basamağı ve ilk kıblemiz olan Küdüs’ü Peygamber efendimiz s.a.v’in irtihalinden henüz beş yıl sonra fethinden sona ilerleyen süreçte farklı Müslüman grupların elinde kalan Kudüs yine karışık bir süreçte 15 Temmuz 1099’da haçlılar tarafından işgal edilmiş ve bundan 88 yıl sonra Selahattin Eyyubi tarafından fethedilmiştir. Selahattin’in vefatından bir müddet sonra bu sefer 11 yıl Fransızların, daha sonraki süreçte ise Moğolların da işgaline uğrayan Kudüs, yeniden müslümanlar tarafından fethedilse de 1516 yılında Yavuz Sultan Selim han’ın şehri fethetmesi ve mukaddesâta son derece saygılı olan Osmanlı hukümdarı tarafından şehrin ismini de Kudüs’ü-Şerif olarak değiştirmesiyle tam dörtyüz yıl boyunca en mutlu ve huzurlu günlerini yaşamıştır. Elimizden çıkışında ise İngiliz oyunları, Ortadoğu’daki ihanetler, Osmanlının yıkılışı, Balfoor deklarasyonu vb. durumlar hepimizin malumudur.
Bugün Kudüs Müslümanların elinden çıkmış olabilir ama Kudüs’ün istikbali ve huzuru yine Türk-İslam geleceğindedir. Ancak Müslümanlar için gelecekteki bir başka tehlike de Medine ve Mekke’de meydana gelecek sıkıntılardır. İslam coğrafyası bugünden bu olasılıkları görüp Mekke ve Medine ile ilgili çalışmalar yapmalıdır. Sıkıntı olmasa bile zira bu iki belde, Suud ailesinin yada her hangi bir devletin özel alanı değil, üstelikte kendini göbeğinden Amerika’ya, kalbinden İngiltere’ye bağlamış olan ve ne olduğu aşikar olan Suud idaresinin değil, tüm müslümanlarındır. Bu konu artık aleni olarak dillendirilmeli, İslam Konferansı toplantılarında, yönetmek kelimesini bile kullanmaktan haya ettiğim Mekke ve Medine’nin İslam ülkelerinin ortak hizmet alanı olması ve çok güçlü dokunulmaz bir otonom bölge olması gerektiği tartışılmalı ve bu hususta kararlar alınmalıdır.
Nasipse bir başka yazıda görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.