Ahmet DEMİRKAYA

Tarih: 05.05.2022 16:28

Kimse Kusura Bakmasın

Facebook Twitter Linked-in

 

Ben bu topraklarda doğmuşum, ekmeğini yemiş, suyunu içmiş havasını solumuşum. Bu hiç şüphesiz ki İlahi kudretin kaderiyle tecelli eden bir durum. Bu topraklarda yaşamın sürdürebilirliği, inandığın değerlerle birlikte hayatın idamesi de biz kulların iradesine (kaderine) verilmiştir. İnancımızla birlikte bu toprağı işlemek, kollayıp gözetmek bizim vazifemiz. 

Devletin adı değişir, şekli değişir, yöneticileri değişir ama değişmeyen tek gerçek varlık vatandır. 783,562 Km vatan toprağının değişmesi demek bir ve ikinci dünya savaşında olduğu gibi Osmanlının parçalanması demek, Irak’ın parçalanması demek, Yugoslavya’nın parçalanması demek. Tıpkı 1920’lerde olduğu gibi dayatılan çeşitli antlaşmalarla sömürgeci devletlerin masa başında cetvelle yeniden harita çizmesi demek. 

Öyle ya, Osmanlıyı parçaladıktan sonra şuan ki sınırları biz çizmedik, galip devletler masa başında çizip bize dayattılar. İleride daha küçük devletçikler kurmak üzere de ağır şartlar koyarak önümüzü kilitlediler adeta. Başka topraklarda gözümüz yok, dayatılmış dahi olsa bunu korumanın gayretindeyiz. Ancak ne var ki bazı kesimler, aynen AB olduğu gibi sınırlar kaldırılsın, özgürlük alanları genişletilsin diye feveran ediyorlar.

El hak, yıllardır bizlerde bunun mücadelesini verdik. Allah’ın bile yeryüzünü yaratırken hiçbir yere sınır koymadığını savunduk. Lakin bunu o dönemlerde üzerimizdeki baskılar üzerine geliştirip savunmuştuk. Bizim için öncelikli olarak doğup büyüdüğümüz topraklarda inandığımız gibi de yaşayabilmekti. Geçtiğimizi yirmi yıl bizlere çok şey kattı, çok şey öğretti. Şahsen ben kendi adıma çok şeyler fark edip kendimi değiştirme geliştirme yoluna gittim. 

Her şeyden önce siyasal İslam’ın dini kavramlarda ve anlamada toplum üzerindeki yanlış yanılsamalarını gördüm. Daha ötesi İslam diye kimsenin bir derdinin olmadığını gördük. Bir hırka bir lokma sadece gariban insanlara ön görülen hayat tarzı imiş. Şimdi hepsi modern, herkes lüks oldu. İşte tam bu noktada sorunun ahlaki değerlerden yoksun olunduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Oysa bu nokta da Rabbimiz bizi sure sure, ayet ayet uyarmış da okudukça, anlamaya çalıştıkça bunu da fark ettik.

Hadi bundan önceki kavgaları unutalım daha fazla adalet için mücadele edelim. İyi de bizim çizmediğimiz sınırların bile garantisi yok. Sürü psikolojisi ile hep bize dayatılan sınırlar içerisinde mi hareket edeceğiz? Birilerinin ağzına bakıp sınırları kaldıralım, özgürlükleri genişletelim daha fazla adalet isteyelim. Vaktinde Laweransların, ajanların, teröristlerin ülke de cirit atmasını kim, nasıl engelleyecek? Şuan bile ortalık dolandırıcı, hırsız, arsız katillerle dolu, sınırların açılmasıyla bu rakam en az on misli aratacak.

Evet Allah yeryüzüne sınırlar koymamış ama Ahlaki ölçüler getirerek nefsimize, istek ve arzularımıza sınırlar koymuş. Bu yüzden oruç tuttuk, ibadetler ihya ettik ki bunlar bizi ıslah etmeye, durdurmaya yetmedi. Zira işin bir de bu boyutu var. İbadetleri sevap kazanma mekanizması olarak lanse ettiler topluma. Oysa Ahlakı güçlendirmek içindi ibadetler. Hiç birimiz dünyalıklarımızdan vaz geçemediğimiz gibi cenneti de kimselere bırakmıyoruz. Nefsin sınırlarını bu iman anlayışıyla mı koruyacağız?

Maalesef son dönemlerde özgürlük ve adalet istemi en çok İslami kesimden geliyor ve bu konuda iktidara ver yansın ediyorlar. Haklılık payları da yok değil lakin bilmiyorlar ki ahlakın olmadığı yerde adalet hiç olmaz. Dünya tarihi boyunca da mutlak adalet hiçbir zaman uygulanmamıştır, peygamberlerin dönemi de bunlara dahil. Ahlak ve adaleti tesis etmeye çalışan peygamberlerin başına gelenlerde herkesçe malum. Allah Resulü Hz. Muhammed (AS) bir nebze buna muvaffak olmuş fakat gerek etrafındakiler gerekse karşısındakilerce hep akamete uğratılmıştır. Risaletinin 13 senesi zaten Mekke de zulüm ve işkenceyle geçmiş. Medine dönemi ise içeriden fitne, dışarıdan düşman saldırılarıyla geçmiş. Mutlak adaleti sağlamaya da ömrü vefa etmemiş.

Ne yani, şimdi dünya da adalet hiçbir zaman uygulanmamış diye haksızlıklara göz mü yumalım, adalet istemeyelim mi? Elbette ki göz yummayacağız, adalet istemimizden asla vaz geçmeyeceğiz. Ama vatanımızı da böldürmeyeceğiz, parçalatmayacağız. Belki en zor zamanlar da tercih ettiğimiz gibi yine en zorunu tercih edeceğiz. İmani ve ahlaki eksikliklerimizi giderip daha güçlü olmanın yollarını arayacağız. Pire için yorgan yakılmayacağı gibi üç beş çapulcu için de ülkeyi satmayacağız. 

Sakın benim bu sözlerimden ırkçı, faşist anlamları devşirilmesin. İnancım gereği hayatım boyuna ırkçılığa karşı oldum faşist ve dahi bunların ürettiği her türlü “izm”lerle mücadele ettim, etmeye de devam edeceğim Rabbim ömür verdiği sürece. Benim insan diye bir derdim insanlık diye bir gayem var. Böyle derdi olanlarla sınırsız birlikte yaşarım, yaşayabilirim. Yeter ki insan yaşasın, insanlık yaşasın. İnsanlığın yaşandığı yerde sınırların bir önemi yok. Belki burada bir parantez açıp mülteci konusuna değinmek gerekebilir ancak bu yazıyı uzatacağından başka bir yazıda değerlendirmek üzere kısaca şunu söylemek gerekir ki, iktidarın göçmen politikalarının olmayışı ve yanlış uygulamalar ırkçılığı körüklese de insanlık ailesi olarak biz yine de insanlığı ayakta tutmaya çalışalım. Mülteciler bugün gelir yarın giderler ama insanlık ölürse bir daha yerine kolay kolay gelmez, gelmiyor da zaten. Her geçen gün daha da kötüye gidiyor.

 

Haydi kalın sağlıcakla, selam ve dua ile..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —