Bir şeylere yetişmeye çalışırken kendimizi kaybediyor, en küçük sözde bile kırılıyor ya da parlıyoruz. Bir süredir hepimizin ortak hali bu: İçten içe bir sıkışmışlık.
Gerginliğin sebebi çoğu zaman tek bir olay değil. Günlük hayatın telaşı, ekonomik kaygılar, sosyal medyanın bitmeyen kıyasları, belirsizlikler… hepsi yavaş yavaş birikiyor. Biz de fark etmeden zihnimizde taş taşıyoruz. Taşların ağırlığı arttıkça, biz küçücük bir rüzgâra bile dayanamayan bir hâle geliyoruz.
Aslında yorulmamızın nedeni “çok şey yapmak” değil; hiç durmadan güçlü görünmeye çalışmak.
Bazı ailelerde sessiz bir gerilim var. Kimse kavga etmiyor, ama herkes kırgın. Eşler birbirini duyamıyor, çocuklar anlaşılmadığını düşünüyor, ebeveynler nereye koşacağını bilemiyor. Konuşmalar eksik, duygular tedirgin, kalpler gürültülü. Bu gerginlik çoğu zaman dışarıdan gelmiyor; evin duvarlarında yankılanan o küçük sessizliklerden doğuyor.
Peki bu hâli azaltmak mümkün mü?
Evet. Hem de düşündüğümüzden daha basit adımlarla.
• Aynı anda her şeyi yetiştirmeye çalışmayı bırakıp, bir işi gerçekten bitirerek ilerlemek.
• Evde bir kişi konuşurken diğerinin telefonunu bırakıp sadece dinlemesi.
• Gün içinde en az iki dakika nefesi fark etmek; sadece nefesi.
• “Haklı çıkma” çabasını bırakıp “anlaşılma” niyetine yönelmek.
• Ve en önemlisi: Gerginliğin çoğu zaman bize ait olmadığını görmek. Bazen taşıdığımız yük, başkasının bıraktığı bir cümleden ibaret.
Belki de hepimiz için en iyi başlangıç, kendimizi biraz olsun yavaşlatmak. Çünkü insan, kendi içine yetişmediği sürece hayata yetişemiyor. Dünyanın temposunu değiştirmemiz mümkün değil belki; ama kendi ritmimizi düzenlemek elimizde.
Bazen değişmesi gereken şey hayat değil bizim ona nasıl dokunduğumuzdur.
